30 Ağustos 2011 Salı

Yaşasın Atari !


Şimdilerde ne atari salonları var ne de Mario oynayan çocuklar. Ancak Ipad atari severlere çok parlak bir fikirle, eskiye özlem duyanların gönlüne su serpecek bir tasarım yaptı. O da iCADE iPad Arcade Cabinet.


Ipadinizi iCADE iPad Arcade Cabinet’in Atari tasarımına yerleştiriyorsunuz ve çocukluğunuza ışınlanıyorsunuz. 


Kısacası eski günlere dönmek, çocukluğunuzu yaşamak artık uzaklarda değil! Eğer bu “retro” ürün nerede satılıyor diye soracak olursanız sadece amazon.com da. İlgilenenlere duyurulur

9 Ağustos 2011 Salı

Sıradışı Fotoğrafçı: MEHMET TURGUT

"Hayatım, benim ilham kaynağım"


Mehmet Turgut’un stüdyosundaydım ve rock’n roll ezgilerinin yükseldiği odasına çıkıyorum. 46'nın ve çalışmalarının sıkı takipçisi olarak, fotoğraflarında hissettiğim gibi bir Mehmet Turgut ile karşılaşacağımı düşünüyorum; biraz depresif, biraz karanlık... Ama karşımdaki adam o fotoğraflarda gördüğüm Mehmet Turgut’tan oldukça farklı. Sıcakkanlı,mütevazi,işine çok aşık... Bir de sevgilisine... Gonca Vuslateri nam-ı diğer Küçük Sırlar'ın Ceyla'sı da tıpkı Mehmet Turgut gibi sıcakkanlı ve içten. Mehmet Turgut'un twitter'da, "Dün gece tanıştığım kapüşonlu kız için ölüyorum" diye yazmasıyla başlayan, adeta fenomen olan bir aşk hikayesi onların ki... Bir diğer aşkları ise köpekleri ve iki sevimli kedi... Hayatı dolu dolu yaşayan, hayata dair söyleyeceklerini fotoğraf sanatıyla aktaran  Mehmet Turgut ile Beşiktaş sırtlarındaki stüdyosunda, Gonca Vuslateri'nin hazırladığı nefis kahvaltı eşliğinde fotoğrafçılık serüvenini, aşkı ve İstanbul’u konuştuk. 

Hayat Mottosu: “O son dubleyi içmeyecektik be abi” deriz ya benim de hayat mottom “o son dubleyi içme!”

Fotoğrafla tanışmanız nasıl oldu?
 Fotoğrafla tanışmam aslında çok da tesadüfî bir durum değil. Dedem Mehmet Turgut, babam Ahmet Turgut ve tüm aile bireyleri fotoğrafçı olduğu için fotoğrafçılığın içinde büyüdüm. Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey fotoğraf ve fotoğraf makineleriydi. O yüzden çocukluğum ve gençliğim babamın fotoğraf stüdyosunda geçmiştir. İlerleyen zamanlarda da mesleği yapmaya başladım ve 3. Nesil olarak devam ettiriyorum.

Aslında siz bu mesleği yapmayı düşünmüyormuşsunuz…
Evet. Aslında plastik sanatlar ile uğraşıyordum ve bu alanda bir şeyler yapmak istiyordum. Fotoğrafçılık konusunda çok niyetim yoktu. Her şey plansız-programsız ilerlerdi. Zaman ve şartlar beni fotoğrafçı olmaya itti. Ben de plastik sanatlarda yapamadıklarımı-yaratıcı gücümü fotoğraf sanatına aktardım.

“Fotoğraf” sizin için ne ifade ediyor?
Fotoğraf benim için her şey demek. Hem hayatımı kazandığım mesleğim, hem de hobim. Dertlerimi aktarabildiğim, hem de fotoğrafçı olarak para kazandığım bir mecra. Kısacası fotoğraf benim için nefes alabildiğim bir yer.

Çalışmalarınızda genellikle karanlık ya da depresif bir yan var. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Fotoğraflarımın genelinde aslında böyle bir hava yok ama bu benim stilimden kaynaklanıyor. Açıkçası ben fotoğraflarımda “pollyanacalık” oynamayı sevmiyorum. Daha gerçek duyguların peşindeyim. O yüzden de içimden ne geliyorsa, ne hissediyorsam onun fotoğraflarını çekiyorum.

Aslında sizin sanatınızın tanınması/ “Mehmet Turgut” fotoğrafı olarak anlaşılabilmesi açısından önemli bir unsur olsa gerek…
Evet. Bence de. Bu biraz zamanla oluşan bir stil diyebilirim. Kullandığınız kadraj, kullandığınız ışık ve perspektifle oluşan bir durum. Stiliniz oturduğu zamanda insanlar bunun “Mehmet Turgut” fotoğrafı olduğunu anlayabiliyorlar. Benim açımdan stilimin oturması-tanınması çok mutluluk ve gurur verici.

Sıkı bir rock dinleyicisi olduğunuzu biliyorum. Peki, çalışmalarınızda sertlik ve karanlık yönünden rock müziğin etkisinin olduğunu söyleyebilir miyiz?
Dinlediğiniz müzik tarzları ve ideolojiler hayatınızı etkiler. Benim de hayatımda büyük bir yer kaplayan fotoğrafçılığı da etkiliyor tabi ki. Bu kaçınılmaz bir durum.

İlham kaynaklarınız var mıdır?
Belirli bir ilham kaynağım yok. Opera, tiyatro, sinema bana ilham verir gibi bir durum yok. Örneğin bir fotoğrafçının ilham alması gereken kaynaklar vardır, bir başka fotoğrafçı vardır ilham kaynakları kendi hikâyesidir. Tıpkı benim gibi. Benim hayatım başlı başına bir ilham kaynağı. Yaşadığım olayların her biri bir senaryo benim için. Şimdi Gonca (Gonca Vuslateri) ile yaşadığım ilişki bile tanışma aşamasından bugüne kadar uzun metraj film olabilir. Onun için benim bir yapıdan, eserden ilham almama gerek yok. Daha çok yaşadığım olaylardan ilham alıyorum.

Geçmişe dönüp baktığınızda Mehmet Turgut, fotoğrafçılık serüveninde bugün nerede?
Geçmişe baktığım zaman bugünle geçmiş arasında bir farklılık görmüyorum hayatımda. Kariyer anlamında bakacak olursam çok çalışkan bir fotoğrafçıyım ve kariyerimin belirli periyotlarda yükselmesi kaçınılmazdı. Yoksa aynı kotu, aynı siyah tişörtü giyen bir Mehmet Turgut var.

Yapmış olduğunuz kaliteli ve sıra dışı çalışmalarla adınızdan sıkça söz ettiriyorsunuz. Geldiğiniz noktayı düşünürsek bu noktaya geleceğinizi tahmin ediyor muydunuz?
Hiçbir zaman tahminlerim ve hırslarım olmadı. Hiçbir zaman dişimi sıkarak, hırs yaparak bu yolda ilerlemedim. Çok rahat ve emin adımlarla kariyerimde yükseldim. Normalde de hayalperest bir adam değilim. “Rüzgar nereye ben oraya” bir felsefem var. Hayatımda hiçbir zaman plan-programa yer yok.

Kendi markanızı yaratarak adeta bir fenomene dönüştünüz. Öyle ki “Aşk Tesadüfleri Sever” filminde Mehmet Günsür’ün canlandırdığı “Özgür” karakteri sizden esinlenerek yazıldı…
Evet. Daha senaryo aşamasında, karakterin ortaya çıkartılması konusunda Ankara’dan İstanbul’a olan maceramı, çocukluk gençlik yıllarımı anlattım ve senaryo bunun üzerine kuruldu. Filmin senaryosuna da bir ilham verdim. Kendi karakterimi, hayat hikayemi beyaz perdede görmek çok mutluluk verici. “Aşk Tesadüfleri Sever” filmi hayatımda hoş bir anı olarak kalacak.

Kuşkusuz yapmış olduğunuz sıra dışı çalışmalarla Türk fotoğrafçılığında bir çığır açtınız. Siz kendinizi nasıl görüyorsunuz?
Türk fotoğrafçılığına ufakta olsa bir ivme kazandırdığımı ve fotoğraf algısında bir farklılık yarattığımı düşünüyorum. Fotoğraf çekmenin sadece manzara, gün batımı fotoğrafı çekmekten ibaret olmadığını insanlara gösterebildiğimi düşünüyorum ve bunun geri dönüşümünü yavaş yavaş alıyorum. Bu geri dönüşlerin en güzel örneği ise birçok üniversiteden gençler tarafından konferanslara davet edilmem.

Özellikle fotoğraf paylaşım sitelerinin ve sizin gibi birçok farklı fotoğraf sanatçısının artması ile birlikte Türkiye’de fotoğrafa olan ilgi çok arttı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Aslında fotoğraf sadece Türkiye’de değil dünyada da yükselen bir trend haline geldi. Fotoğraf, önünde durulamaz bir potansiyele ve yaratıcılığa sahip. Aynı zamanda kolay ulaşılabilir bir sanat olduğu için aslında popülerleşmesi kaçınılmazdı.

Sizin vereceğiniz tavsiyeler elbette ki çok önemli. Peki, fotoğrafçılığa yeni başlayacak olanlar neler yapmalı/neler yapmamalılar?
Fotoğrafçılığa yeni başlayacak olanlar bir defa hiçbir zaman “ben bunu yapamam, imkânsız” gibi cümleleri kurmaktan kaçınmalılar. Kendilerini kısıtlamamalılar. Model bulamıyorum gibi küçük şeylere takılmasınlar. Çünkü bunların cevabı hepsi insanın zihninde bitiyor. Çok kolay, çok basit bir ampulle bile harika fotoğraflar çekilebilir. Fotoğraf makinesinin hiçbir önemi yok. Hatta bununla ilgili olarak Ara Güler’in “kötü fotoğraf makineleri çok iyi fotoğraflar, iyi fotoğraf makineleri çok kötü fotoğraflar çekebilir” diye bir sözü var. İnsanlar yeter ki yaratıcı güçlerini açığa çıkarmaya çalışsınlar.

AŞK
Kendinizi “aşk adamı” olarak tanımlar mısınız?
Hayatımda hiçbir zaman aşk adamı olmadım. Zaten çok az âşık oldum ve genel anlamda çok az aşık olan insan çok mutsuzdur. O yüzden benim de hayatımın uzun bir döneminde mutsuzdum.

Aşkın fotoğraflarınızda farklı bir etkisi oluyor mu?
Aşkın fotoğraflara birebir etkisi olduğunu düşünmüyorum ancak hayata çok büyük bir etkisi var. Aşkı dürüst bir şekilde yaşayabiliyorsanız hayatınız da otomatikman düzene giriyor. Yalnız olmuyorsunuz ve her şeyden önce aşk size güç veriyor. Zorlukları daha kolay atlatabiliyorsunuz. Örneğin Gonca (Gonca Vuslateri) ile bir konu üzerinde çok güzel sohbetler ve tartışmalar yapabiliyoruz. Sohbetlerden hem beni besleyen hem de Gonca’yı besleyen çok iyi fikirler çıkıyor.

Aşkı bir fotoğraf karesi ile ölümsüzleştirseniz nasıl bir konseptte fotoğraf çekmeyi isterdiniz?
Ölümsüzleştirdim bile.(Gülüyor) Elele dergisi için yapmış olduğum çekimde benim tabut içerisinde, Gonca’nın (Gonca Vuslateri) ise yanımda, başında karganın olduğu fotoğraf benim için bir aşk karesi.

Genellikle aşkın rengi kırmızıdır? Sizin için ne renk?
Aşkın rengi yoktur o tamamen palavra. Kırmızı, gülün rengidir.(Gülüyor)

İSTANBUL
Mehmet Turgut, İstanbul’u nasıl yaşamayı sever?
Bir avuç arkadaşı ile takılmayı çok sever. Çok da gezip tozmayı seven bir adam değilimdir. Genellikle arkadaş grubumla keyif aldığım mekanlarda takılmayı severim. Beni de zaten genellikle Hayal Kahvesi, Roxy gibi yerlerde görürsünüz.

İstanbul’da keyif aldığınız yerler nereleri?
Beyoğlu, Asmalımescit taraflarından keyif alıyorum. Benim için İstanbul’un çok heyecanlandıran bir yanı yok aslında ama Beyoğlu’nda kendimi çok rahat hissediyorum. Ayrıca Maçka’daki Tiyatro Dot’un cafesi Pop-Up son dönemlerde keyif aldığım yerlerin başında geliyor. Pop-up’ın kitaplığından çizgi roman okuyabiliyorum, hem de guitar hero oynayabiliyorum. Tam bana göre bir mekân.

İstanbul yaratıcı dünyanızı ne şekilde besliyor?
İstanbul’un bende bir duygusu yok. İstanbul sadece beni hızlandırıyor. İşlerimi hızlı yapmamı sağlıyor.





8 Ağustos 2011 Pazartesi

RADAR: Didem Soydan

Bu ay bir top modelden bahsedeceğim size. İsmini bilmediğim sadece fotoğrafını ilk gördüğümde kendisini yabancı bir model zanettiğim Didem Soydan’dan. Havası tıpkı Avrupalı modeller gibi, vintage tarzıyla da dikkat çeken model diğer Türk modellerinden oldukça farklı bir şekilde podyuma adım atmış. 

İlk kez Beyoğlu Diesel mağazasında tasarımcı Ümit Ünal tarafından keşfedilerek modellik teklifi almış. Ve ondan sonra sırasıyla çeşitli markalar ve tasarımcılarla çalışmış. 


Hatta bu tasarımcıların içerisinde dünyaca ünlü Calvin Klein da var. Bu farklı güzelliği keşfeden bir başka isim ise Hüseyin Çağlayan. Hüseyin Çağlayan da bir video-art projesi için Didem Soydan ile çalışan isimlerden.


GURME: Mano Burger


Son zamanlarda bir burger restoran trendidir almış başını gidiyor. Özellikle Dükkan Burgerlerin adeta bir mantar gibi her yerde açılması bunun bir örneği. Aslında hamburger sektöründe McDonalds ve Burger King’e karşı başlatılan güzel bir devrim. Butik Hamburgercilik. 


Benim İstanbul’daki tek adresim kesinlikle Mano Burger. Mano Burger Tünel’de küçük ama bir o kadar şirin bir dükkânda hizmet veriyor. En büyük keyfim ise Mano’nun dışarıdaki renkli taburelerinde öğle yemeği yemek. 


Mano’da Benim tercihim genellikle Ottoman Burger oluyor ama siz Mano Burger ve Camarillo Burger’i de deneyebilirsiniz. Şimdiden karnı acıkanlara işte Mano Burger’in adresi: Şahkulu mah. Galip dede cd. No: 5 Tünel / Beyoğlu – İstanbul

Eğlenceli Tasarımların Adresi: Karınca Design


Mano Burger’de öğle yemeğimi yedikten sonra uğramadan geçmediğim Karınca Tasarım. Bir İç Mimarlık geçmişi olan bendeniz her türlü tasarım ürününe hayranım. Karınca Tasarım da tam bana göre bir yer.

Acaba tekrar İç Mimarlık mı okusam mı diye iç geçirdiğim yerlerden biri. Tünel’de bulunan mağazada birbirinden sıra dışı ve farklı tasarımlar bulunuyor. Arkadaşınızın yakın zamanda bir doğum günü varsa farklı hediye seçeneği için mutlaka Karınca Design’ın Tünel’deki mağazasına uğramalısınız.


Albüm Önerisi: De-Phazz


Bu yaz neredeyse fizy’den dinlediğim grup oldu çıktı De-Phazz. Jazz müziğine yeni bir soluk getirdiklerini düşündüğüm grubun özellikle “Wait” ve “Maibe Son Jose” parçaları favorim. 


Gözlerimi kapattığımda kendimi adeta bu müziklerle bir chill-out partisindeymişim gibi hissediyorum. Bu şarkılarla ne mi iyi gider diye soracak olursanız tabii ki de tereddütsüz mojito.